Çarşamba, Aralık 22, 2010

Efsane

Efsanenin bir başka tanığı gazeteci Onur Belge şöyle anlatıyor Lefter'i

"Lefter Ağabey futboldaki bütün görevlerini bitirdikten sonra arkadaşlarıyla Büyükada'da nostalji maçları yapmaya başladı. O İstanbul'dan dönerken, biz çocuklar denize atlar, ayakkabılarını taşımak için yarışırdık. Beni takıma alması da böyle olmuştu. Bir gün yine maç yapıyoruz, 6-2 öndeyiz. Lefter Ağabey vapura yetişmek için maç yarım bıraktı. O takımdan çıktığı anda bir gol yedik ardından bir gol daha. Maç bittiğinde skor 7-6'ydı. Çünkü Lefter Ağabey bizi kurtarmak için geri dönmüş, vapuru kaçırmıştı. Alt tarafı kendi aramızda yaptığımız bir maçtı ancak onu bile kaybetmek istemezdi. Arkasında gözü varmış gibi oynardı, rakip ne yapacağını anlayamazdı. Onu izleyenlerin şimdiki futbolcuları beğenmelerini istemek hata."

“Hayatın merkezinde ben varım” demeyen iki adam. Belki bugün onlardan daha iyi oynayan, daha çok gol atan kupa kaldıranlar var. Futbolcularin sahadaki “sakil” duruşunun sebebi saha içinde değil sadece. Dışarıda eklediğin kadar efsanesin aynı zamanda.

Çoğu formanın üzerinde bir isim ancak. O formanın ismi olmak başka bir şey, Lefter bir şey, Metin bir şey.

Metin


"Lefter 40 yaşına gelmesine rağmen, benim için hâlâ büyük bir kıymettir. onunla bir takımda oynamam mümkün olsa, bir sezonda 50 gol atmam işten bile değil. Lefter'in futboldaki ustalığı onun yanında oynayacak golcü bir forvet için bu büyük bir avantaj. Lefter'de daha çok iş var. Bunu böyle bilmeli ve kıymetini de ona göre biçmeliyiz."

Fotoğraf PCLion FC'den

Lefter


Bugün 85 yaşını bitirdi.

50. milli maçından verilen altın madalyanın üzerine Lefter'den...

"Bu madalyada etrafımı çeviren her yaştan insanın yüzlerini görür gibiyim. Kulaklarımı sağır edercesine yapılan tezahüratları işitir gibiyim. İşte, bir ömrün bütün acı tatlı hatıraları bu küçücük madalyada. Futbolu bırakmaya karar verdiğim şu anlarda, beni senelerce el üstünde tutan sporseverlere minnet borcum o kadar büyük ki elime tutuşturulan bu madalyayı binlerce parçaya bölüp, onlara dağıtmak ve 'İşte bu hepimizin hakkı, hep beraber çalıştık ve başarıya ulaştık' demeyi çok isterdim. Onları hiçbir zaman unutmayacağım."

Pazartesi, Kasım 29, 2010

Taktiğimiz "Şaolin futbolu"

Bir futbol takımının oyun içinde görülen taktiğini belirleyen 5 unsur sayabilirim;
1.Yönetimin durumu
2.Takımın hedefi
3.Antrenörün dünya görüşü
4.Oyuncuların ilk üç maddeden anladığı
5.Oyuncuların oyun içi bireysel stratejileri

Bu unsurların hepsi biribirini etkiler. Birinin diğerine göre bariz bir önceliği yoktur.

Örneğin ortalam bir paraya oluşturulmuş vasat futbolculardan kurulu, hedefi son üç takımdan biri olmamak olan bir takım Ziya Doğan yönetiminde ligi 7. bitirirse oldukça başarılıdır. Ancak sahada olan bitenden bi-haber bir futbolcu grubuyla ilk 4 maddenin anlam kazanması mümkün değildir. Öte yandan oyuncu stoğu hayatın anlamını çözmüş, bir satranç üstadı kadar rakibinin oyununu analiz edip ona göre oynuyorsa ilk 4 maddenin pek bir gereği yoktur. Bu durumda bir numaralı sorumlumuz yönetimi tebrik eder listeye bile almayız.

Yoksa futbolcu mu asıl unsur? Fakat futbolcu tarladan yetişmiyor. Tarlada yetişeni varsa da adam gibi soslayıp yanına yakışan baharatı koymak şefin işi. Şeftaliyi Bursa’dan, elmayı Amasya’dan, armudu ayıdan alıp bu leziz zerzavatı pişirebilecek şefi bulmak yönetimin işi. Yemeği yiyecek hedef kitleyi idare etmek eldeki imkanlar çerçevesinde yönetimin işi.

3. ve 4. maddeler biribiriyle acayip ilintilidir. Antrenör “dede”, “köylü”, “kasap”,”ruhsuz” vs. şeklinde anılmaya başladığında anlarız ki olay kopmuş veya kopmak üzere.

2. madde, takımın hedefi yıl içinde sürekli değişir zaten. Kapı “Şampiyonlar liginde çeyrek final”den açılır, “Avrupa Kupası müzemize gelecek” le devam eder, “Lig artık öncelikli hedefimiz”e döndükten 3 ila 6 ay sonra “önümüzdeki senenin yapılanmasının peşindeyiz” le son bulur. Geride kalan taraftar, futbolcu, antrenör herkeseteki kafa karışıklığı:

“Pardon birader siz de lig şampiyonluğu için mi geldiydiniz?”
“Yooh biz Avrupha’da başarı istiyorduk seneye kombine almıycaz”
“Biz eşimle Dresden’den geldik. Eşim hamile yazıklar olsun”
.
.


İşin futbolcu tarafına bakacak olursak; Geçen sene Kayseri’den Fener’e gelirken hakkında kıyametler kopardığımız Mehmet Topuz klasik Türk Futbolcusunun antrenörün oyun planlarına uyum sağlamakta çektiği güçlüğü açıklayacak bir bireysel taktiğe sahip olduğunu görürüz…



Eşimin deyimiyle Mehmet Topuz “Şu boş atıym belki dolu tutarım gibi oynayan çocuk diil mi bu?”. Yorumu paylaştığım bir çok Fener’linin suratında benzeri bir gülümseme vardı. Dansçılar aynaya bakarak çalışır. Yaptığını düşündüğü şeyi aynada gerçekten görüyor mu diye. İmkan olsa da Mehmet Topuz bir an için sahadan yukarıya doğru yükselse ve kendine baksa. “Yeter yahu bir kerede pas ver kardeşim” diye kendine bağırır mıydı acaba?

Futbolcu kardeşlerimize tavsiyem kendi maçlarını seyretmeleri. Oynarken insan ne kadar yavan olduğunun farkına varamayabilir.

Perşembe, Kasım 11, 2010

"Everything is going as planned" - Darth Sidious, Star Wars II

Ben mi müneccimim yoksa bizim futbol "caaaamiiiaaa"sı mı çok tahmin edilebilir, yani bir anlamda hepimiz kahin miyiz?

Bir menejerlik oyununda Bilica yüzünden arkadaşımın başına gelenlerden bahsetmiştim. Şaka gibi geçtiğimiz hafta Bilica'nın hatalarına tanık olduk. Sakar adamdır beklenen bir şey. Neymiş gün olur devran döner alet kutusunda en işe yaramaz alet olarak gördüğün paslanmış bir çiviye bile muhtaç olursun. Büyük Fenerbahçe'nin sözde büyük taraftarı Bilica'ya çullanmayı seçerek paslı çiviyi iyice eğip büktü. Kullanılmaz hale getirdi.

Teknik direktörsen taraftara rağmen de bir şey yapman gerek yani.

Aslında ilk yazı Rijkaard ve Aykut'un sallantıda olmasından yola çıkarak yazılmıştı. Rijkaard futbolcular ve onlara boyun eğerek daha ucuz yolu seçen yönetimce yollandı.

Aykut yönetim destekli operasyonlarının çapını küçültse de istediği yöne ilerliyor. Lig başında köstek olan fikstür nihayet destek de olabildiğini gösterdi. Aykut sene sonuna kadar Fener'de artık. Gözümüz aydın.

Cuma, Ekim 08, 2010

Fatih Terim'den dinliyoruz Rondo Alla Turca

Avusturya’lılar “Mozart Alman değildir” diye ortalığı yıkarken, Almanlar “Arkadaşım o dönem Salzburg bizim eyaletimizdi. Adam minorden majore Alman oğlu Alman’dır” diye gerginliği körüklerken tartışmaya dahil olup belge ile kanıtlıyoruz. “Fatih Terim Mozart’ın soyundan gelir. Fatih Terim’in Alman/Avusturya’lı olduğunu iddia etmek biraz sıkar o yüzden Mozart Türk’tür diyin başınız ağrımasın”

Soldaki Fatih Terim’in dedesinin dedesinin dedesinin….dedesi Mozart’ın resmi! Sağdaki Fatih Terim’in saçlı günlerinden bir fotoğraf. Turgut Özal’ın deyimiyle “Açık ve net”


Ya da Mozart Fatih Terim’in bedeninde renekarne oldu. Bir Türk olarak tekrar vücut bulacağını tahmin eden Mozart Rondo alla Turca (Türk Marşı)’yı besteledi.


Bir ihtimal daha var, o da Fatih Terim Avustruyalı mı Alman mı dersin?

.

.


Bu iş burada bitmiyor. Dedikodu mahiyetinde bilgilere gore Salieri denen zat-I muhterem Mozart’I kıskanırmış ve hatta ölümünden sorumluymuş.

Salieri ile benzeşen bir teknik director bulamadık ama bir filmde Salieri ‘yi canlandıran Murray Abraham ile Mecnun Odyakmaz arasındaki benzerlik bizi dehşete düşürdü.

Cuma, Eylül 24, 2010

İngilizler Lazdır!!!

Ercan Güven bir Trabzon analizi yapmış. İki kelime de ben edeyim biraz farklı düşünüyorum bu konuda.

Kara 96'dan bu yana Trabzon benim gözümde "kendine çelme takmayı görev edinmiş" bir kulüp. Geçen hafta Beşiktaşlı bir arkadaş "Trabzon n'apar sence?" dediğinde "Kendilerini imha etmenin bir yolunu bulurlar nasılsa!" demiştim. Ertesi gün dört istifa Şenol Güneş gitti geldi falan, bir sürü tantana. 3 büyüklerin kendi modellerini taklit etmelerine alıştık. Periyodik olarak benzer hataları yapmasına da alıştık. Trabzon'da da buna alıştım ben.

Şu "öze dönme" meselesine de hiç inanmamaya başladım. Yaptığın işin kalitesi katılan unsurların çeşitliliğiyle artarsa eğer Trabzon gibi bir şehirde bu çeşitlilik nasıl sağlanır? Futbolun Şifreleri kitabında bazı istatistiki verilere dayanarak İngiltere futbolunun aslında neden Kıta Avrupa'sının gerisinde kaldığı sorusuna cevap aramışlar.

Kitaptaki temel düşünce coğrafi olarak Avrupa'dan ayrı, düşünce olarak "Futbol bizim oyunumuz, senden mi öğrenicem" yönüne yatkın, "Aaah 1966 ne güzel yıldı be" diye arada bir içlenen duygusallaşan bir futbol dünyası İngiltere. Trabzon'da sanki benzeri durumda, sosyal ve ekonomik olarak o bölgenin en iyilerinden belki ama bölge onun potansiyelini geliştirecek özelliklerden yoksun. "Karadeniz Fırtınası" yıllarına bir özlem ve "Bizim çocuklar" kafası!

Avrupa'dan sosyal veya ekonomik olarak diğer ülkelere göre daha ayrı olan İngiltere'nin diğer Avrupa ülkerinden futbol olarak geri kalmasını ülkeleri kaynaştıran ağların Orta Avrupa içinde daha sık ve kuvvetli olmasına bağlanmış. Kaynaşmadan kastım öpüşüp koklaşmak değil elbet. Bilgi aktarımı, futbolcu alış verişi, çeşitlilik vs...

Kitaptan ilginç bir not da şu; "Premier ligde gereğinden fazla İngiliz futbolcu var!!!". Bunu destekleyen istatistikse yurt dışına futbolcu gönderen ekonomik olarak İngiltere'den daha geri ulusların takımları İngiltere'ye göre daha verimli. Yani İngiliz futbolcular Avrupa'da daha çok oynama fırsatı bulsa daha çok gelişip İngiliz futbolunu Kıta Avrupa'sına yaklaştırabilirlermiş. Trabzon altyapısından yetişip diğer takımlarda vasat üstü veya iyi oynayan ne kadar örnek var bilmiyorum ama en büyük örnek Fatih Tekke. İstatistiği olsa da baksak güzel olurdu. (Aslında şu istatistik üzerine bir kitap fikrim de var ama dur bakalım elbet bir gün :) )

Artık kim kimden feyz alır bilmem ama Laz'lar İngiliz'lere bakıp bir kendine gelse iyi olur. Trabzon kendi yağıyla kavrulabilecek bir takım belki ama dışardan daha kaliteli yağ alıp kendi ununun şekerinin değerini arttırmak da iyi bir yöntem olabilir. Lakin kaliteden ödün vermemek lazım, kıvamı tutturmak için ise karışımı ayarlamakta usta olmak lazım!

Özetle Türk Tarih Kurumu başkanı olsa bu kadar benzerliğe bakıp "İngilizler Lazdır!" tezini ortaya atabilir.

Pazar, Eylül 12, 2010

Uuh Aah Dev ... Haydaaa!

Yeminle gözlerim yaşarıyor maç sonlarında. Yemine gerek yok aslında biliyorum çoğumuz aynı durumda salya sümük :). Sahada hiç görmediğim kadar büyük yürekli adamlar görüyorum, sanki tek bir dev gibi canı dişinde. Üstelik benim bayrağımı taşıyorlar. Zevkten dört köşeyim.

Sonra Hido prim istiyor takım adına, Başbakanım canım benim talimat veriyor hoop adam başı 1,5 milyongayme...

Bu kadar ucuz muydu hakkaten başardığınız şey? Altın varaklı posterlerinizi astırırdım okullara, heykelinizi diktirirdim ben olsam.

Sevindirdiniz beni, seveceğim sizi ama her sevdiğim bir paslı tat bırakmasın artık damağımda.

CHP'nin Teknik Direktörü Kılıçdaroğlu Stoperini Seçim Bölgesinde unuttu

Muhalefet partisi Fenerbahçe'nin lideri Aykut Kocaman oy kullanamadı.







CHP'nin Teknik direktörü Kılıçdaroğlu Stoperini Seçim Bölgesinde unuttu.







Böyle yazınca saçma oldu ama doğrusunu yazınca da saçma be...

İkisi de umuttu...ikisi de unuttu...

Cuma, Ağustos 27, 2010

Timur'un Filleri


Alex
’li mi Alex’siz mi? İşte bütün denyoluk bu...

Mesele Alex değil yeğen mesele senin meseleyi Alex zannetmen, mesele sensin.

Daha önce yazdım, Zico’ya sordular “Takım yavaş oynuyor, hızlanmak lazım” dediler. Zico “Bizim takımımız hızlı oynayamaz” dedi. Ancak Aragones’ten sonra anladılar takımın hızlı oynayamayacağını.

Fenerbahçe deplasmanda yok”,”Baskı kuramıyor, eziliyor” dediler. Hadi hakkını verelim kimisi galibiyete rağmen “Acaba, yani hani mahsuru yoksa, Alex’i bazen değiştirsen mi?” dedi. Kalanı ancak yenilgide ortaya çıkıp “Alex fitbolcu mu? Çıkacak gerekirse o da çıkacak” dedi.(Bunlardan birisi Leo Franco’nun Selçuk’tan yediği gol için “Uçulur mu bu topa? Şöyle gelişine vuracaksın sağ ayağınla” demişti)

B planı yok Fener’in”. Eyvallah! Hadi B planı yapalım ama önce A planı neden bozuk ona bakalım di mi canım benim? Sezon öncesine gidelim ve bakalım neymiş durum:

1. 4-4-1-1 benzeri bir şey oynuyoruz. Arkadaki “1” Alex. İç sahada genelde kapanan rakipler veya derbi maçlarında arada sırada çıkan rakipler var:) Top büyük oranda rakip sahada, Alex’in etrafında. Bolca korner, serbest vuruş kullanıyoruz. Derbilerde motivasyon üst seviyede rakibi yiyor takım. Anadolu takımlarının bir sıkımlık canı var genelde onu da alıyoruz. Bu A planı oluyor. İçerde çok yüksek oranda tutuyor.

2. A planı deplasmanda yemiyor. Çünkü topu rakip sahada kalamıyor. Neden?
  • Topu hızla ileri taşıyamıyoruz. Çabuk taşımaya çalışıyoruz! İkisi aynı şey değil! Çabuk yalap şalap bir şeydir. Çabuk; çabuk çorba, sosyete mantısı gibi bir şeydir. Hızlı; mangalda ağır ateşte pişen Türk kahvesidir, çabuk ise Nescafe. Topu önce hızlı ileri taşıycaksın di mi? Kimler taşır topu: Gökhan, Emre. O mutlu günlerimizde bu işi yapan başka kimler vardı? Sayalım “Tuncay, Appiah, Luciano,Ümit ve Aurelio ya da Hikmet Karaman’ın söyleyişiyle ‘Oyleylo’...”

  • Peki diyelim kaderin cilvesi top ileri gitti, kim alır oynar o topla? Semih, Alex, Emre, Gökhan. Geri kalanlar ancak etrafında 3-4 Fener’li varsa oynar yoksa o top rakibe gider bir şekilde. Yine o mutlu günlerimizde topu ileri taşıyanlar topla beraber ilerde oldukları için haliyle cümleten rakip sahada oluyorduk. Üstüne de Van Hooijdonk'lu ekmek kadayıfı.

3. N’apalım?
  • Hızlı adamlar alalım, top oynamayı bilen cinsinden olsun.
  • Topu daha çok ilerde tutalım. Bazı maçlarda Alex yerine baskı yapabilecek ikinci bir adam koyalım.
  • “Yeni A” planı diyelim, buna isteyen hala B planı diyebilir.

4. Yeni A planının getirdikleri
  • Alex’siz döneme geçiş yapalım Alex gitmeden
  • Deplasman problemini çözelim
  • Daha futbola benzer bir oyun oynayalım
  • 1-2 oyuncudan bağımsız sürdürülebilir bir oyun karakteri yerleştirelim

5. Yeni A planının götürdükleri
  • Koşmayı ve hızlı olmayı beceremeyen oyuncu
  • Alex’in sırtından geçinme hürriyeti
  • İlk fırsatta başlayacak Alex kesilir mi yüzsüzlüğü
  • Ligin ilk yarısında beklenmedik derecede iyi ve kötü oyunlar, sürpriz puan kayıpları
  • İkinci yarıya kadar sabredilmezse Aykut Kocaman

Özetle yeğen Alex müthiş bir oyuncudur. Beş yıl önceki videolarında en az 3-4 kilo zayıftır ve seneye gidicidir. Yerine Alex bulmaya çalışmak Hagi’den sonra elde mum 10 numara arayan GS yöneticisi olmaktır. Bir Fener’linin isteyebileceği en son şey GS’li olmaktı. Senin Alex olurdu olmazdı geyiklerin denyoluktur. Alex bu sene olsa seneye olmaz çünkü. O zaman hellalleş Alex’le yavaş yavaş bu iş yoluna girsin.

Bir de yeğen “Kocaman kriz”, “Kocaman hata”, “Kocaman göğüsler” tarzı başlıklar sıktı artık.

İki de yeğen yllarca B planı de konuş dur sonra B planı hazırlığı yapan adama niye A planını değiştir demek ayıp? Değiştiremezse salla istediğin kadar.

Son olarak bir yerde Timur’un fillerine bağlanacaktı bu konu ama ucu kaçtı beceremedim. Buyurun buradan okuyun.

Cuma, Ağustos 20, 2010

Sen Gidince Güller Açar

Bir arkadaş menejerlik oyununda Bilica’yı satış listesine koyunca takımdaki Brezilya’lılar ayaklanmış. Bir kaç hafta Bilica oynamamış, o arada Alex’le konuşup Brezilya’lıların gazını almış. Tam işler düzelecekken defanstan birisi sakatlanmış mı ne, bir şey olmuş Bilica’yı oynatmak zorunda kalmış. İki maç üst üste kendi kalesine gol atmış adam. Şaka değil gerçek.


90’ların bilgisayar oyunlarında sanal zeka falan yoktu. FIFA 94 vardı mesela, maraton tribünden çekilen bir maçı oynardık. Ceza sahasının dışından şut çekince top kaleye yaklaşana kadar kaleci nerede belli olmazdı. Oyunun zorluk derecesini arttırınca kaleci hep topun gittiği yerde olurdu. Uçmazdı şerefsiz! Ayakta tutardı topu. Heralde daha tecrübeli kaleciyi sokuyordu oyuna bilgisayar. Hep doğru yer tutuyordu herif.


Futbol takımı yönetmek bazen bu beyinsiz bilgisayar oyunlarını oynamaya benziyor. Transfer istersin, “olur” derler. Olmayınca sana patlar. Yıllardır aradığın forveti bulursun, hazırlık maçında sezonu kapatır. Takımda bin tane kanat oyuncusu vardır, mayın tarlasında giden kaçakçı eşşekleri gibi tek tek patlarlar, elde kalır sana PAF takımından bir bebe, asların ameliyatı iyi geçmiştir ama merak etme.


Diyelim her şey yolunda gitti Allah sakatlık kaza bela vermedi, alışmadık kıçta don durmazmış misali bir huzursuzluk çıkar. Neticede insan bu topla oynayan cinsler. Parası azdır, parası çoktur; basın toplantısında bir laf etmişsindir sana küsmüştür, senin ayağına top deymediğinden psikolojiden de anlamazsın zaten; seneye transfer olacaktır bu sene rölantiye alır; saçı uzundur başkan bulaşır; pırlanta gibidir, iyi oynar başka takımların transfer listesine girer, size de geçmiş olsun nurtopu gibi bir probleminiz vardır.


Sen de insansın neticede, seninde ahmaklıkların olur, gerçi en ahmak halin “Barcelona’yı bende şampiyon yaparım” diyende 40-50 kat kendini bilir ama nafile. Senin gidişin daha ucuz ve hayırlıdır. Sen gidince her şey daha güzel olur üçüncü yenilgiye kadar.

Çarşamba, Mart 24, 2010

That's logic Rijkaard and dis iz Türkiş


Soru: "GS Kendi sahasında başarılı oluyor ama deplasman maçlarında çok puan kaybetti sebebi nedir?"
Cevap: Rijkaard makul bir şekilde cevaplar

Soru: "Neden Servet ilk onbirde değildi? Deplasman maçlarındaki başarısızlığı neye bağlıyor?
Cevap: "Servet neden ilk onbirde başlamalı? Deplasman hikayesini daha önce cevapladım ama yine söyliym ......"

Soru: "Şampiyonluk için şans nedir? Bursaspor hala favori mi? GS kendi evinde daha başarılı ne diyecek?"
Cevap: "Bizden öndeler, o yüzden daha şanslılar. (That's logic) Mantıklı olan bu... İkinci soruya ya sabır..."

Soru: "İsmi Chelsea ilan anılıyor, neler söyleyecek? Birde deplasman maçlarındaki başarısızlığı neye bağlıyor?
Ben olsam cevap: "Her biriniz aynı soruyu ayrı ayrı sormak zorunda mısınız? At pazarında eşek mi osuruyor. Söyledik niye deplasman sıkıntımız olduğunu. Oğlum akıl, mantık diyoruz sabahtan beri. N'apsak, akreditasyon sınavı mı yapsak acaba? Laftan anlamayan kalır bizde soyunma odasından basın toplantısı yerine doğruca uçağa gideriz"

Salı, Mart 02, 2010

Teknik direktörün başına gelmiş en kötü şey: Rıdvan



"Bloklar arası bağlantı, alan daraltan felsefe, günümüz futbolu" kocaman laflar bunlar. İnsanı korkutuyor. "Bloklar arası bağlantı" lafını duynca insan "Tetris oynanıyor heralde. Bakalım Daum'a dörtlü çubuk mu Z'mi gelecek" diyor içinden.

"Günümüz futbolu" üzerinden 10 yıl geçse de hep aynı şartı koşacakmış gibi üstüne üstüne geliyor "Alan daraltan felsefe....kanat aksiyonları...tek forvet..."

Halbuki Rıdvan öyle mi! Cruyf'un sözünün yorumcuya uyarlanmış hali "Futbol yorumu basit bir iştir, asıl zor olan futbolu basit yorumlamaktır". Doğru sözü bu kadar kolay anlaşılır bir şekilde söylemek futbolu Rıdvan gibi oynamak kadar zor bir iş.

Ama Rıdvan'ın yaptığı kötülüktür cümle teknik adam ve futbolcuya!... "İç sahada çift forvet", "Kanatlar içeri girsin", "Adana ve Tandır kebap göbeği tutsun". Söylenince kulağa o kadar mantıklı daha da vahimi o kadar kolay gelirki. O yüzden kötü Rıdvan kopyaları ile maç seyreder olduk.

Tutarlıdır Rıdvan, sahadaki herkese saygısı vardır. İkinci hafta şampiyon yapıp beşinci hafta kovmaz. Rıdvan'ın yorumları suratına anayasa kitabı yemiş borsa endeksi gibi oynak değildir. Futbolcu kurban etmez. 155 yıl dünya kupası seyretmemiştir belki ama sırf bu sebeplerden ne söylediği önemlidir. Önemliyse değerlidir.

Lakin nazar boncuğu niyetine hatırlatılabilecek bir durum da vardır. İlk senesinde Zico'ya "Fenerbahçe neden yavaş oynuyor?" diye sorduğunda Zico'dan aldığı "Bu takım hızlı oynayamaz" cevabı O'nu ve dolayısıyla bizi tatmin etmemişti. Zico'nun sezon ortasında kabullendiği gerçeğe Rıdvan'ın da katılması 1.5 sezon sürdü.

Bana göre de tartışmasız en iyi yorumcu Rıdvan, belki gerçekten iyi yorumcu olduğundan belki söylediklerini kolayca anladığımdan. Daha çok ilk sebepten bazen ikisi birden.