Çarşamba, Şubat 24, 2010

Guyizaa, Guyuzaaa!


Sen nereye koşacağını bilmezsin! Osman hep senden bir adım önde koşar...

Sen golcü değilsin! Kamil ise adete bir Alan Shearer, her golden sonra yüzde tebessüm sağ el havada...

Sen futbolcu değilsin! Kudret ise adı gibi bir yıldız

Sen Alex’le bile bir hiçsin! Onlar Alex olsa ohoooo...

Halbuki sen;

Koşacağın yeri, vereceğin pası, Alex’le oynamayı, golü hepsinden iyi bilirsin. Keşke seni biraz dinlendirsede çalışsan, yeni transfer olarak geri gelsen. Keşke profesyonelliği hatırlayıp sahada güçlü olabilmeyi başarabilsen. Beni senin yerine mazeret üretmek zorunda bırakmasan. “Rüzgar esti”, “Çim uzadı” demesem hep bir hamle geç kaldığında. Sakil durmasan.

Sen yuhalanmayı bilmezdin! Takma kafana onlar Alex’e bile öğretti. Şimdi her korner atışında önünde eğiliyorlar utanmadan.

Sana edilen küfürleri de takma kafana! Kendi halı saha maçlarının kasetini izletsek, onlar kendine de küfredip forveti üçlerdi. Hedef santrafor Kamil, arkasında Osman’la Kudret. Maçtan sonra bira, ertesi gün ganyan, sen Rüştü’nün üzerinde aşırınca hep beraber

“Guyizaa, Güyüüzaa, Giyizaa, Günüzyaa...”

Perşembe, Şubat 18, 2010

Hayat


Moto-park forumuna yazdığım kaza raporumdur. Orijinali için tıklayınız

Gidiş geliş yol. Motor yolun solunda eczanenin önündepark ediliydi. Eczaneden bi şeyler aldım, geldim motorun başına. Bindim, baktım karşıdan gelen var ama uzakta, arkadan gelen bir araba vardı. O beni geçince yola çıkıp en sağ şeride geçtim. Ben sağ şeride geçtiğim sırada önümdeki araba soldaki sokağa döndü. O sırada uzakta olup karşıdan gelen öküzüm, frene basıp yavaşlamak yerine dönen arabanın etrafından geçmeye niyetlendi.


Fren, iyice sağa kaçıym derken eczaneden kopan çığlıklar eşliğinde öküzümle sol ön farın iç tarafından bütünleştik.(Şimdi fotograflara baktım baya bi ortadan girmişiz) Ben sağ ayak femurdan başlayarak diz kapağının altına kadar Beverly'nin ön panel, siperlik bölgelerine sürtünerekten uçmak suretiyle motordan ayrıldım. Öküzümün kaput çamurluk hizasından sekerek ve hafiften yuvarlanarak kaldırım ile arabanın arasındaki asfalta iniş izni aldım.

İşten çıkarken pantolonu giyiym mi giymiym mi ikilemini giymeyeyim şeklinde çözdüğüm için diz kapağımıdan yukarı dogru 10cm'lik bölgede parçalı derince yaralar vs, kaval kemiği civarında ufak tefek sıyrıklar, aşık kemiği çıvarında derin sıyrık ve yaralar şeklinde hasarımı aldım.

Eczacı motor kullandığından kimseyi yanıma yaklaştırmadı. Ben şöyle bir dakika kadar yattım. Baktım bi şey yok oturdum, kaskı çıkartım. Kafayı falan bi yere vurmadım. Motor çarpmanın etkisiyle 15m kadar geriye gitmiş. Öküzümün tampon far vs. aşağı inmiş. Polis geldi, zabıt falan tutarken ambulans geldi

Ben havalara uçunca ağlaşan öküzüm ve yakınları, iyi olduğumu görünce "bir anda çıktı" vs. geyikleri yapmaya basladilar. Sen zaten iyisin diyen bi lavugu 'ses çıkarmadık diye üstüme gelme ulan, ..ctırtmayın bi tarafınıza, ölüyodum az daha' şeklinde püskürttüm. Polise tutturdum zapti, o arada adamin ehliyeti ruhsati aldim falan, filan.

Heralde istanbul'da motor kullanmamak gerektigine dair yeterince delil topladim diyip motor dükkanını kapatıyorum. Belki seneye Evropa falan bi şi olursa artık oralarda binerim. Bundan boyle motosiklet forumlarında  `çocuk zıçınca moklar enseye çıkmasın diye nasıl bez bağlanmalı` gibi konularla katkım olacaktır elbet.

Kaza ile ilgili ders derseniz;
  • Tam koruma giy (biliyoduk ya işte neyse!)
  • yolun sağına park et
  • Acele etme, iyice boşalsın oyle çık
  • öküzleri kolla
  • falan filan....

Salı, Şubat 16, 2010

Yılın ilk onbiri

Behlül kesin forvet olurdu. Üç büyüklerden birinin hedef santraforu. Geliyor gelmiyor telaşı bütün yaz ortalığı kaplar sonunda havaalanında karşılanırdı beş bin kişi tarafından. Fakat ilk yarı maçları tamamlanınca taraftarın kalbi her zaman Ezel için atardı. Hakikatli oyuncu kulübüne sadık, bizim Ezel, genç Ezel olurdu.

Sol açıkta Ferhunde, sağ açıkta Eyşan. Kanat oyuncusu kıvrak zekalı olmalı. Ne zaman nerde rakibi kündeye getreceğini bilmeli. İçeri mi girsin kanada mı insin? Doğuştan gelen bu kabiliyet ancak bu ikisinde vardır.

Ortadaki ikili ileri geri oynayacak, kondisyonu sağlam olacak. Ali Rıza Bey bu işin biçilmiş kaftan. O kadınının dırdırından ben bittim o bitmedi, ısrar inat devam ediyor mücadele. 180 dakikayı çıkarır. Takımı bir arada tutar. Fakat yanına daha hücuma dönük biri gerek. Firdevs Hanım uygundur. Tecrübeyle yoğurur takımın hücum hattını.

Sağ bek teBeşir, sol bek Tevfik. Görev adamları. Defansın ortasına Ali'yi kasap, Oğuz'u inceci olarak yazarım.

Behlül bu takımın kadrosunda olduğu sürece Adnan Bey kalenin bir numarası olur. Gol sıkıntısı çekilen maçlarda Behlül Adnan'a gol atarak seyir zevkin arttırır.

Bu efsanevi kadronun teknik direktörlüğünü elbette başka bir efsane Dayı yapar.

Pazar, Şubat 14, 2010

Kaburgayı kırmadan

Memlekette kan davası sebebiyle hasmını kıstırmak isteyen biri ancak aşağıdaki iki yoldan birini seçerse cezasız yırtar;

1. Kırmızı ışıkta yaya geçidinde hasmının üzerinden geçersin
2. Futbol oynarken kaburgalarının arasından bıçağı saplarsın

Yalnız iki yöntemde de dikkat edilmesi gereken bir durum var. Kaburgayı kırmaya niyetin olmayacak. Eğer niyet kaburgaya yönelik değilse "sarı normal". Aynen resmin altındaki açıklamada olduğu gibi.

Allah futbolu bu harekete "sarı normal" diyenlerden korusun!

Perşembe, Şubat 11, 2010

Kasap havası

Son haftanın futbol konusu kasaplar ve marka değerine etkisi! Kasap futbolcuyla marka değeri arasında bir bağlantı kurmaya çalışanlar için yöneticilerimiz bu gizli bağlantıyı ortaya çıkardı.

"Fitbolcularımıza tekme atılıyor. Sakatlanmak suretiyle oynayamıyorlar. Marka değerimiz düşüyor."

Yerseniz tabii... Bu olsa olsa sakatlıklardan kısa vadeli avanta çıkarma çabası olur. Gelin bugün güzide yöneticilerimizin açtığı yolda geriye gidelim, futbolda kasaplık tarihini inceleyelim.

Konu kasaplıksa modern futbolda kasaplık müessesesini tesis eden büyük kasap Claudio Gentileyi anmadan geçemeyiz. Gentile, 1982 Dünya Kupasında nice Güney Amerika ve Orta Avrupa kuzularına kıymıştır. Kasap Gentile’nin vitrininde dönemin en leziz kuzuları asılıdır. Maradona, Zico, Boniek ve Littbarski aklımıza gelen ilk isimlerdir. Bizim neslin ilk dünya kupasını zehir etmiştir.

Futbolda sarı kart uygulaması tartışılırken “Centilmen kasıtlı tekme atmaz” diyen İngiliz heralde sarı, kırmızı her renk kartı en çok hakedecek oyuncunun soyadının Gentile (nazik) olacağını bilse top işini o gün bırakırdı.

Bizim ligin yakın tarihine bakarsak kasapların çeşitli kategorilere ayırabiliriz. Örneğin;

Centilmen kasap: Stumpf (GS)


Teknik kasap: Abdülkerim (FB), Popescu (GS), Luciano (FB)

Sakar kasap: Vagenhaus (FB)

Savruk kasap: Servet Çetin (FB, GS), Song (GS, TS)

Siyahi kasap: Arap İsmail (FB)

Çılgın kasap: Nezihi (FB), Yusuf (GS)

Antipatik kasap: Lugano (FB), Bülent Korkmaz (GS)

Düzgün konuşan kasap: Baki Mercimek (BJK ve çeşitli Anadolu takımları)

Bunların yanı sıra teknik direktörken kasap olmuş biri vardır ki, o en zengin kasaptır. Spor yorumcularının deyişiyle Yeniköy Kasabı Del Bosque.

Bir çırpıda saydığımız kasap adlarına daha niceleri eklenebilir. Değişmeyen tek şey ligimiz yıllardır defans oyuncularının kontrolündedir.

Yeni gelen yabancı forvet ilk on hafta ne olduğunu anlamaz. Defans oyuncusuna baskı yaparken ensesine üflese rakip yerde takla atmak suretiyle faul kazanır. Genel teamül bu yöndedir. Buna karşılık defans oyuncusu onu kucağına alıp ceza sahasından orta sahaya kadar götürür. Hakem devam der. O’da olur olmaz yerlerde takla atar, ancak beceremediğinden sarı kart görür. İbrahim Üzülmez’in kasetlerini izleyerek tekniğini geliştirmelidir.

Sonuç olarak ligimiz sert bir ligdir. Bunu kabullenip oyuna devam etmek herkesin ruh sağlığına iyi gelir. Hakemlerimizde kartları biriktirip sonra ortalamayı tutturmak için bir maç dellenip 10 sarı 3 kırmızı çıkaracaklarına, kasaplık yapanları ayıklasalar faydası olur.

Vejeteryen olmayanlar için bahar ayları kuzu sırtı şahane olur. Mahalle kasabınızdan ısrarla isteyiniz.


Salı, Şubat 09, 2010

Diyarbakırspor'un başarısının nüfusa etkisi

"Barcelona'nın Şampiyonlar Ligi başarılarının Katalan nüfusunun artmasına neden olduğu bildirildi". Kaynak: Casper Sevimli Hayalet Ajansı.

Sert bir maçtı. Özellikle Fener'in iki kanadı Topuz ve Özer için. İçeri girip Diyarbakır duvarına toslamaya doyamadılar. Ceza sahasının önünde bir şeyler olabilecek pozisyonları da "Al kardeşim sen vur", "Rica ederim beyefendiciğim siz şut çekiniz" şeklinde eveleyip gevelediler.

Kanat oyuncusunun dramı!... Kanat oyuncusu içeri kat eder. Şut atar, kafaya çıkar. Beke yer açar. Bek bindirir. Kanattan gideriz. Öyle demişti herkes. Bu uğurda kafan dümdüz oldu duvara vurmaktan yine de yaranamadın.

Benzeri bir oyun olan Fener maçı sonrası Rijkaard Arda-Kewell değişikliğini "We wanted to play wide (Geniş alanda oynamak istedik)" şeklinde açıklamıştı. Arda sürekli Baroni, Topuz, Lugano, Emre ve daha niceleri duvarından sekip durmuştu. Oysa Kewel Baroni'yi görmemişti bile maç içinde. Olgunluk bu olsa gerek.

Fener için sevindirici olan mücadele isteği. Üzücü olan bu isteği nakite çevirecek akıl eksikliği veya olgunluğu. Zico "Tekrar ederek gelişir oyuncu. Bazı şeyleri otomatik hale getirene kadar tekrar etmeli" demişti bir kez. Zico'nun son dönemi ile ilk Daum döneminin sonlarında Fener hücumları basketboldaki set hücumlarına benzerdi. Rakibin kalan mecali iki taç çizgisi arasında koşturularak heba edilirdi. Bir arkadaşın deyimiyle mahallenin dayısı sıkıştırmış köşeye çocuğu "Vuriym mi ha? Vuriym mi?" diyor. Sonunda gol gelir dertler biterdi.

Topuz, Özer ve diğerleri bu ortak akla erişirlerse işler daha kolay olacaktır. Tabii Daum'un bunu istediği varsayımıyla...
Guiza'nın yerine Vederson oyuna girseydi daha mı iyi olurdu? Bilmem... İlerde onu da görürüz. Guiza gol atsaydı risk aldık kazandık olurdu. Sahada sakil durdu gerçekten ama şimdi risk aldık berabere kaldık desek ayıp mı olur?
Hakemin peşini bırakmak da yerinde bir karar olur. Hem hakemle hem topla oynamak Hagi gibi ustaların becerebileceği bir iş. Diğer toyların oyununu bozar. Belki hakeme de bir faydası olur üstelik.

Diyarbakır'ın standard Anadolu takımından farkı bu sert ve hareketli oyunu 60. dakikadan sonra bile sürdürebilmesiydi. Emre sola geçtikten sonra daha fazla futbol oynar gibi gözükseler de "alışmadık kıçta don durmazmış", bir ömür sağ elle ye, son 20 dakika sol el bir işe yaramıyor.

Ziya Doğan'ın has adamı Ayman -neredeyse çalıştırdığı her takıma getirdi- 83. dakikada fena vurdu. Ancak 89. dakikada Andre topu itelemese içeri Türkiye nüfusuna bir kişi daha eklenebilirdi: Ayman Abdelaziz Doğan

"Ziya Doğan Ayman'ı nüfusuna al"

Pazartesi, Şubat 08, 2010

Süper Lig'in Değeri

Çaycı kapıdan girip dükkan sahibi esnafa bakar. “Önce misafire ver!” mealinde bakışı yakalıyınca çayı koyar misafirin sehpasına. Çay servisi bitince ya esnaf kendisi verir ya da çaycı çekmeceyi açıp alır. Çok renkleri vardır, kırmızı, mavi, sarı. Bir keresinde pembesini bile görmüştüm.

Adına “Marka” derler. Esasen bir bardak demli çaya karşı düşer. Kullanıldığı yöreye, çaycının insafına, çay içenlerin ekonomik durumlarına göre değeri değişkendir. Kimi zaman bir bardak karbonatlı çaydır, tavşan kanı niyetine içilir çok uzatmadan.

Futbolumuzda marka değeri mevzu bahis olunca anlamı değişir. Samimiyetsiz yöneticiye göre “Yıldız futbolcumuza tekme atıldı, marka değeri düştü” dür. Programı yayından kaldırılan yorumcuya göre “Marka değerini biz değil bozuk zemin düşürdü” dür.

Programı yayından kaldıran yayıncıya göre “Konuklara damatlıkları giydirdik, yükseldi” dir. TRT’ye göre “Bloklar arası bağlantı veya bütçe görüşmeleri marifetiyle katledilen canlı yayın” dır.

155 yıldır tüm futbol kupalarını canlı seyreden için “Teknik direktörün korkak” dır. Defans oyuncusu için “Rakibin önünde yere atlayıp faul kazanmak” dır.

Valiye göre “hafta sonu derbi müsabakada yedibinbeşyüzoniki güvenlik görevlisi, üçyüzkırkiki itfaiye memuru, yirmiyedi otobüs nezaretinde münferiden maça giden deplasman taraftarı ile yükselen” dir.

Hayatında belki de ilk defa duyduğu halde popüler bir deyim olduğundan bilinmesi gereken, bilinmese de bir kılıfa uydurulması gerekendir. Bir anda futbola ilişkin tüm unsurları CEO yapar, en kötü ihtimalle pazarlama dehası.

Oyunu sevenlerin hiçbirinin aklına yatmaz, bir türlü oturmaz kafasına. Bizle ilgisi yoktur ki onun. Biz marka değerini basit ama şık, kullanışlı ama ulaşması pahalı Apple diye bilirdik.

Volvo’ydu, sade ama dayanıklı, makul ve güvenli...

Ferrari’ydi kırmızı ve safkan....

Bizim oyunumuz basit ama eğlenceliydi. Çamurda da goldü, karda da. Direkten dönen üçüncü toptu rakibin tek atağıyla yenildiğimiz maçta. Van Hooijdonk’tu rakibine kalkan olan, Ergün Pembe’ydi efendilik timsali. Gordon’du, Veselinoviç’ti. “Bir ara pası Selçuk” tu Bordeaux deplasmanında. Ordinaryüs’müş, Kral’mış zamanında Şenol - Birol gollü.

Sonra çaycı bozuldu. Etrafta çok çaycı vardı, kendi çayını satmayı beceremiyordu artık. Yarım paket çaydan bin bardak çay çıkarmaya kalktı. Sabahtan demledi, akşama kadar haşladı.

Doksan dakikayı yüz seksen dakika da yorumladı. Bir dakika maç iki dakika yorum. Bastı karbonatı demledi çayı. Al ileri ver geri. Bas kartı, yok vazgeçtim oyunda tut. Ben demiştim kontrollü oyun, Hakan Şükür tipinde forvet, mümkün değil başka türlü olmaz. Al sana 3 maç ceza, yok dur 1 olsun. Sen küfür ettin seni kapattım. Sen de ettin sen para ver. Hakem yaktın bizi. Onları da yaktı ama bizi de yakmıştı önceden. Değil mi İsmail, evet paşam hak buyurdunuz.

Farkında olmadan çayı unuttu esnaf. Karbonat içiyor artık. Kimi bilerek içiyor, kimisi çayı hiç görmemiş. Hep karbonat vardı zannediyor.

Artık markanın değeri karbonat kadar. Tekrar çaya denkleştirmeye çalışıyorlar şimdi. Bilmiyorlar nasıl olur.

Ne kadar kolay oysa. Koy şöyle esnafın önüne güzelce demlenmiş çayı. Rengi tavşanı kanı kadar kırmızı olsun. Safi çay olsun ama. Daha çok müşteri lazımsa yanına ince bir dilim limon koy bazen de kurabiye. Hele simit versen yanında çay yetiştiremezsin.

Ama dikkat et, çayın bazen kötü olsa da hile hurda karıştırma.

Hatta dur! Sen hiç karışma.

Çay, içmeyi bilen için hep güzeldir Boğaz’da.